[vc_row][vc_column][vc_text_separator title=”Matbaa Nedir?” i_icon_fontawesome=”fa fa-pencil-square-o” title_align=”separator_align_left” color=”sky” border_width=”3″ add_icon=”true”][vc_column_text]Matbaa Yazı, resim veya şekilleri, kağıt, deri, kumaş gibi malzemeler üzerine özel bir surette basarak çıkaran ve birden çok nüsha haline getirilmesini sağlayan makine veya sistem. Baskı makinesi diye de bilinen matbaa, Arapça asıllı bir kelimedir. Basım evi, basım yeri, baskı aleti gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
Kitaplar ilk zamanlar elle yazıldıysa da, zamanla daha çok kimsenin faydalanabilmesi için çoğaltma yolları araştırıldı. Taş ve ağaç üzerine oyulan çeşitli damgalar ve kalıplar geliştirildi. Böylece baskı tekniği ve matbaa ortaya çıktı. Eski devirlerden beri bilinen ve kullanılan matbaa bal mumu veya kil üzerine silindir biçimindeki damgalar ve kalıplarla elde edildi. Tahta ve metal kalıplarla oyulmuş tuğlalardan da faydalanıldı. M.S. 2. yüzyılın sonlarında Çinliler tarafından geliştirilen matbaada klasik budist metinler basıldı. Mermer levhalara oyulan yazı ve şekiller üzerine ıslak kağıt basıldı, kağıt üzerine çıkan kabartma yazı ve şekiller mürekkeple boyandı. Böylece tek tek yazmak veya çizmek gibi zorluklar bir kenara bırakılarak aynı yazı ve şekiller pekçok sayıda çoğaltılabildi. Zamanla mermer levhaların yerini ağaç baskı blokları aldı. Ağaç blok üzerine harfler ve şekiller kabartmalar halinde oyuldu. Basım için ağaç blok fırçayla mürekkeplendi. Mürekkepli kısmın üzerine kağıt basılarak yazı ve şekiller kağıt üzerine aktarıldı. Bu usulle Çin ve Japonya’da M.S. 8 ve 9. yüzyılarda çeşitli kutsal metinler basıldı. On birinci yüzyılda Çinli bir bilim adamı olan Sheng, metni meydana getiren harfleri, kil ve tutkalı karıştırıp pişirerek tek tek hazırlama usulünü buldu. Özel hazırlanmış ve pişirilmiş olan harfleri bir demir levhanın üzerine yan yana dizdi. Üzerlerini reçine, mum ve kağıt külüyle sıvadı. Daha sonra levhayı hafif ateşte ısıtarak harflerin katılaşmasını sağladı. Katılaşmış harflerle kaplı levhanın üzerini mürekkepleyerek üzerine kağıdı bastı ve basılmasını istediği metinden istediği kadar nüsha çoğalttı. Basım işlemi bittikten sonra da kalıbı yeniden ısıtarak harfleri tek tek söktü. Bu harfleri sonraki seferlerde tekrar tekrar kullanabilme usulünü geliştirdi. Böylece tipo baskı tekniğinin ilk örneği elde edilmiş oldu.
Çinlilerle komşu olan ve münasebette bulunan Türkler de matbaayı kullanmaya başladılar.
Türkiye Bilimsel Araştırma Kurumu Tübitak’ın aylık olarak yayınladığı Bilim ve Teknik Dergisinin Ağustos 1993 tarihli 309. sayısında Türklerin M.S. 8. yüzyılda matbaayı bildikleri ve baskı tekniğini kullandıkları şöyle bildiriliyor; “Basım işinin bulunması Çinliler ve Türklere aittir. Berlin-Brandenburg Bilimler Akademisince yapılan araştırmalarda Doğu Türkistan’da yaşamış Türk halklarının dilleri ve kültürleri inceleniyor. Turfan yöresinde yapılan kazılar ve elde edilen ip uçları basım işinin Türkiye’de sanıldığı gibi, ilk defa Mainz’li Alman Johannes Gutenberg tarafından bulunmadığını buna karşılık M.S. 8. yüzyılda Doğu Türkistan’da bulunduğunu ortaya çıkarıyor.
Bilimler Akademisi’nden Annamarie von Gabain’in incelemeleriyle Berlin’de değerlendirilen Doğu Türkistan baskı kitapları, Uygur ve eski Türk kültürünün örneklerini oluşturuyor ve “Turfan Araştırmaları” olarak anılıyor. Sekizinci yüzyılın ortalarında Kore ve Japonya’daki örnekleriyle benzerlik gösteren Turfan tahta baskılar 100.000’den çok örneği basılmış olan budist sutra resim ve metinleri gösteriyor. Eski Türkçe olan bu eşsiz güzellikteki baskılar Doğu Türkistan’ın Taklamakan Çölü çevresinde Tarım Irmağı, Aksu-Turfan şehirleri yörelerinde bulunuyor. Dini belgelerin, resmi evrakların, yıllık takvimlerin çoğunlukta olduğu binlerce kitap tahta oyma harf ve klişelerle basılarak geniş bir alana dağıtılmış bulunuyor. Berlin Brandenburg Bilimler Akademisi ilk baskı örneklerini topluyor ve araştırmaları yoğun olarak sürdürüyor.
Ticaret yapmak ve İslamiyeti yaymak gayesiyle Semerkand ve diğer Orta Asya şehirlerine giden Müslüman-Arap tüccarlar kağıt kullanımını ve baskı tekniğini görerek memleketlerinde uygulamaya başladılar. Kuzey Afrika üzerinden İspanya’ya geçen ve devlet kuran Endülüs Emevileri de matbaa ve baskı tekniğini kullandılar. Bunlardan da ticaret ve ilim öğrenmek için Endülüs’e giden Avrupalılar öğrendiler. On dördüncü yüzyıldan itibaren Avrupa’da matbaa kullanılmaya başlandı. İlk zamanlar daha çok dini mahiyetteki resimler basıldı. 15. yüzyılın başlarında ise birkaç sayfalık küçük kitapçıklar basılmaya başlandı. 1423-37 seneleri arasında harflerin tek tek ağaçtan oyularak hazırlanmasına geçildi. Daha sonra metalden hazırlanan harflerle baskı yapıldı. Önce pirinç veya tunçtan bir dizi harf kalıbı hazırlandı. Sonra bu kalıplar, basılacak metni meydana getirecek şekilde kil veya kurşun gibi yumuşak bir metal matris üzerine tek tek vuruldu. Arkasından matrisin yüzeyine kurşun dökülerek klişe levha hazırlandı. Böylece Tipo baskı tekniğinde matbaa geliştirilmiş oldu.
Yanlış olarak matbaayı keşfeden Avrupalı bilgin diye tanıtılan Johannes Gutenberg daha önceden bilinen baskı tekniğini biraz daha geliştirdi. Harfleri ve karakterleri tek tek dökerek hazırladı. Önce karakterin pirinç veya tunçtan kalıbını hazırladı. Kalıpların çevresine kurşun dökerek bir matris elde etti ve bunun üzerine kurşun kalay ve antimon karışımı bir alaşım dökerek karakterler elde etti.
Altta sabit bir yatak ile üstte vidalı bir kol yardımıyla düşey olarak hareket eden bir kapaktan meydana gelen bir matbaa makinesi geliştirdi. Bu sistemde baskısı yapılacak klişe yataktaki metal bir çerçeveye tesbit ediliyor, mürekkepleniyor ve üstüne kağıt konuluyordu. Daha sonra kapak kağıdın üzerinden, merdane belli bir basınçla bastırılarak kağıt üzerine baskı gerçekleştiriliyordu. Bunu takiben Peter Schöffer 1475’te yumuşak metal kalıplar yerine çelik kalıpların kullanılması uygulamasını başlattı. Satırların düzgün bir biçimde dizilebildiği bakır klişelerin hazırlanmasını elverişli hale getirdi. Baskı makinesinin yatak bölümü de hareketli duruma getirilerek kağıt değiştirme, klişe mürekkepleme ve üst kapağa basınç uygulama işlemleri de kolaylaştırıldı.
Matbaa ve baskı sistemlerinde zaman içinde yeni değişiklikler oldu. 1790’da İngiliz William Nicholson mürekkepleme işleminde deriyle kaplı merdane kullanımını başlattı. 1795’te ABD’li Samuel Rust tamamen çelikten yapılmış ve üstten vidayla sıkıştırılan matbaa makinesini geliştirdi. 1803’te Alman Friedrich Koenig buhar gücünden ve dişli çark sisteminden faydalanarak baskı kapağının inip kalkmasını, yatağın ileri geri hareketini ve klişenin merdanelerle mürekkeplenmesini tek bir mekanik hareket olarak birleştirdi. 1811’de yardımcısı Andreas Bauer ile birlikte baskı kapağının yerine, üzerine kağıt sarılı bobinlerin kullanımını başlatarak rotatif baskı sisteminin gelişmesinin ilk adımlarını attı. 1865’te ABD’li William Bullock tabaka yerine bobin kağıtlar kullanarak kağıt besleme işlerini devamlı kıldı. Daha sonra da otomatik katlama makinelerini geliştirerek basım işini hızlandırdı.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılda matbaa makineleri ve baskı teknikleri hususunda büyük gelişmeler oldu. Tipo baskı sisteminin yanında tifdruk, rotogravür ve ofset teknikleri kullanıldı. Basımı yapılacak yazıların harf klişelerini tek tek dökerek dizen sıcak metal kullanan dizgi makinelerinin yerini çok hızlı optik usullerin kullanıldığı bilgisayarlı dizgi makineleri aldı. Bu sayede büyük okuyucu kitleleri olan gazeteler çoğaldı.
Türkiye’de ilk matbaayı 1493’te İstanbul’da İspanya’dan göç eden Museviler kurdu. 1567’de Ermeniler, 1627’de Rumlar tarafından İstanbul’da matbaa açıldı. İlk Türk matbaası ise İbrahim Müteferrika tarafından 1727’de kuruldu. Geçimlerini kitap yazmakla kazanan bazı hattatlar, çıkarlarına ters düştüğü için matbaanın kurulmasına karşı çıktılar. Ancak Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi verdiği fetva ile matbaa kurmanın İslam dini açısından bir mani olmadığını bildirdi. Bununla ilgili olarak; Yenişehirli Abdullah Efendiye matbaa açmak kitap basmak hususunda şöyle soruldu: “Kitap basma sanatını iyi bildiğini söyleyen bir kimse, lügat, mantık, astronomi, fizik ve benzerleri, alet ilimleri kitaplarının harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp buradan kağıtların üzerine basarak bu kitapların benzerlerini elde ederim dese bu kimsenin böyle kitap basmasına dinimiz izin verir mi?” Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi cevabında; “Kitap basma sanatını iyi bilen bir kimse, bir kitabın harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, buradan kağıtlara basmakla bu kitaptan az zamanda kolayca çok sayıda kitap elde ediyor. Böylece çok ucuz kitap yazılmasına sebep oluyor. Faydalı bir iş olduğundan dinimiz bu kimsenin bu işi yapmasına izin verir. Kitapta yazılı ilmi bilen birkaç kişi önce kitabı tashih etmelidir. Tashih ettikten sonra basılırsa güzel bir iş olur.” buyurdu.
Yenişehirli Abdullah Efendinin bu fetvası İslam dininin ilme, tekniğe, fenne ve yeni teknolojik gelişmelere verdiği önemi ortaya koyduğu gibi“İslamiyet bizi geri bıraktı ilmi ve teknik gelişmelere mani oldu” diyerek gençliği tarihinden, dininden ve imanından soğutmak isteyenlerin çirkin iftiralarına cevap teşkil etmektedir.
İbrahim Müteferrika tarafından kurulan ve “basmahane” diye anılan bu matbaada ilk olarak Vankulu Lügatı basıldı. Toplam 23 kitabın basıldığı bu matbaa 1794’te kapandı. 1795’te Hasköy’deki Mühendishanede ikinci bir matbaa kuruldu. Sultan Üçüncü Selim Han tarafından 1802’de Darü’t-tıbaati’l-Cedide adıyla üçüncü bir matbaa kuruldu. Bu matbaa daha sonra Sultan İkinci Mahmud Han zamanında 1831’de Takvim-i Vekayi adlı resmi gazetesinin basılması için kurulan Takvimhane-i amire matbaasıyla birleşerek Matbaa-i amire adını aldı. Mısır’da kurulan Bulak Matbaası ve İstanbul’da kurulan Matbaa-i Bab-ı Hazret-i Seraskeriyye Matbaası, Maçka Mekteb-i Harbiye Matbaası, Ceridehane Matbaası, Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliye Matbaasından başka yeni matbaalar da kuruldu.
1860’tan sonra basım ve yayın çalışmaları daha da hız kazandığından 100’den fazla matbaa kuruldu. Bunu takip eden senelerde de matbaa kurma çalışmaları artarak devam etti. Dönemlere göre kurulan matbaa sayısı ise şöyledir; 1729-1875 arasında 151, 1876-1892 arasında 172, 1893-1907 arasında 199, 1908-1917 arasında 368.
Osmanlı Devleti döneminde uzun yıllar hizmet vermiş olan Matbaa-i amire Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Milli Matbaa ve Devlet Matbaası adını alarak faaliyetini sürdürdü. 1 Kasım 1928’de yapılan harf inkılabından sonra matbaacılık bir bunalım dönemine girdi. Bazı matbaalar kapandı. Daha sonra İstanbul dışında Ankara, İzmir, Bursa ve Adana gibi şehirlerde çeşitli matbaalar açıldı. İlk zamanlar linotip, rotatif baskı tekniklerinin kullanıldığı matbaalarda 1950’li yılların sonunda tifdruk, 1960’lı yılların sonunda ise ofset baskı tekniğine geçildi. Çeşitli il ve ilçelerde kurulan matbaaların sayısı giderek arttı. Bugün ülkemizde pekçoğu en son teknik gelişmelere göre faaliyet gösteren 3000-4000 civarında matbaa bulunmaktadır[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]